2. ŞUPPİLULİUMA ve HİTİT İMPARATORLUĞUNUN ÇÖKÜŞÜ

Buğra KURU 9.2k Görüntüleme
4 Dk Okuma

    Hitit başkenti Hattuşa yani bugünkü Boğazköy’de yapılan arkeolojik kazı çalışmalarında ele geçen metinler, yıllarca birçok filolog tarafından incelendi. 1948 yılında Kemal Balkan adlı bir araştırmacı tarafından, bahsi geçen yazıtlardan Hitit İmparatorluğu’nun son kralının Şuppiluliuma olduğunu biliyoruz. Ayrıca bahsi geçen aynı yazıttan öğrendiğimiz diğer bilgiye göre, 2. Şuppiluliuma’dan önceki kral 3. Arnuvanda’nın çocuğunun olmadığını, dolayısıyla öldükten sonra yerine kardeşinin kral olduğunu öğreniyoruz.

    Bununla birlikte, kralın yazıcısının kendi ifadelerinden anladığımız kadarıyla, bu dönemde devlet içerisinde büyük karışıklıklar meydana geliyordu. Birçok araştırmacı 2. Şuppiluliuma’nın büyük kardeşini öldürerek kendisini tahta getirdiğini düşünse de, baş yazıcı eski kral için “Ona hiçbir kusuru olmadı” demektedir. Bu durumda da, büyük ağabeyini öldürmediği sonucuna ulaşabiliriz. Ancak böylesine bir kuşkunun daha o yıllarda oluşmuş olması, saray içerisinde çeşitli entrikaların döndüğünün de kaçınılmaz bir sonucudur.

    Bununla birlikte devletin güneydoğusundaki tampon krallıklar halen görevlerini tam bir bağlılık içerisinde sürdürüyorlardı. Ayrıca Hitit Kralı, özellikle Kıbrıs’tan gelecek saldırılara karşı buralardaki tampon krallıklara sürekli olarak bir saldırıya hazırlıklı olmaları konusunda bastırılıyordu.


Hitit İmparatorluğunun Çöküşü

    Dış tehdidin yanı sıra, yine Boğazköy’de yapılan kazılarda ele geçen tabletlerden öğrenildiği üzere, devletin iç işlerinde de büyük bir tehdit söz konusuydu. Halk baş kaldırmaya başlamış, bununla birlikte Hitit ülkesi dışarıdan da büyük tehditlere maruz kalmaya başlamıştı. Zira tam bu dönemde, bu coğrafyaya çok büyük bir göç dalgası başlamıştı.

    Bu göç dalgasıyla Anadolu’ya giren bu halklara araştırmacılar genellikle “deniz kavimleri” adını verir. Bu kavimler öylesine büyük bir nüfus öylesine büyük bir hızla Anadolu’ya girmişlerdir ki, önlerine ne geldiyse silip süpürmüşlerdir. Hitit tarihini detaylı bir şekilde bilebilmemize olanak tanıyan mısır yazıtlarında bu olay oldukça açık bir şekilde ifade edilmekte, bu kavimlerin karşısında hiçbir Hitit beyinin duramadığı belirtilmektedir. Kode, Kargamış, Arzava ve Alasia yine bu tabletlerden edindiğimiz bilgilere göre çok kısa bir sürede tahrip edilmiş, Suriye topraklarındaki Hitit uydusu devlet olan Amurru’nun ise bir karargah olarak kullanıldığı tespit edilmiştir. Aynı zamanda aynı tabletlerde bu halkların savaşta çok gaddar olduklarını, hatta çocuk ya da kadın göz etmeksizin herkesi öldürdüğünü söylemekte ve Mısır’a doğru yaklaştıklarını anlatılmaktadır.

    Bununla birlikte söz konusu tabletin bulunduğu Medinet Habu’daki diğer tabletlerde söz konusu deniz kavimlerinin bir şekilde daha sonra durdurulduğu yazmaktadır. Bu tabletler, 2. Ramses’in 8. İmparatorluk yılında yapıldığından dolayı söz konusu deniz kavmi saldırılarının Anadolu’ya İ.Ö. 1190 ile 1180 yılları arasında yapılmış olduğunu söyleyebiliriz. Bu tarihi Assur ve Hitit tabletleri de desteklemektedir.

    Bu göçlerin başlangıcı Troia yerleşmesinin yıkılması ile başlar. Troia yerleşmesinin VI. Yapı katında yapılan araştırmalara göre, İ.Ö. 1240’ta bu tabakaya ait yerleşim yeri yıkılmıştır. Bunu fırsat bilen ve Anadolu’nun bereketli topraklarına girmek için bekleyen Balkanlı topluluklar, büyük bir hızla Anadolu’ya girmiş ve ilk olarak Troia’yı ele geçirmiştir. Bununla birlikte tabletlerden ele geçen bilgilere göre hızla ilerleyen bu halklar, oldukça iyi bir şekilde savunulan Hitit Başkenti Hattuşa’yı ilk başta es geçerek direkt olarak Güneydoğu Anadolu’ya girmişlerdir. Ayrıca bu sırada bu kavimlerin deniz gücü de Kıbrıs’ı işgal ederek, Mısır kıyılarına tehdit etmeye başlamıştır. Bu sancılı sürecin yaklaşık olarak 20 yıl sürdüğü düşünülmektedir.

    Bu göçün sonuçları ise hem Anadolu için hem de Yunan Ana kıtası için oldukça kötü oldu. Büyük ihtimalle bütün Yunanistan, Anadolu ve Suriye topraklarındaki yerleşimler yakılıp, yıkıldı. Bu göçlerin getirdiği tahribat sonrası bölgedeki arkeolojik buluntularda yaklaşık olarak 400 yıl azalmaya gidildiğini söyleyebiliriz. Yani buradaki halk yaklaşık 400 yıl gelişmek yerine, toplum olarak daha çok gerilemiş ve daha az eser bırakmıştır. Hatta kimi bölgelerde yazı 400 yıl süre ile unutulmuş, arkeolojik çalışmalarda yazılı esere rastlanmamıştır. Bu yıllar arasında özellikle Anadolu’da büyük bir uygarlık görülmemektedir. Bunun yerine daha çok ufak eyaletler ve beylikler sistemi ile yönetilen küçük devletler oluşmuştur.

Bu İçeriği Paylaşın
Yorum bırakın

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

Exit mobile version