Anadolu’da,
Hitit dönemine kadar heykel sanatı daha çok figürinler ile icra edilmekteydi.
Ancak Hititlere geldiğimiz de, anıtsal heykelcilik kendisini göstermeye başlar.
Hitit devlet arşivinde yapılan kazılarda ele geçen çok sayıda yazılı tablette,
büyük boyutlu heykellerden söz edilir. Bununla birlikte Hitit plastiğinin ilk
örnekleri daha çok doğu uygarlıklarının özentisi şeklindeydi. Ancak
imparatorluk gittikçe güçlendikçe, hitit sanatı da kendi özünü bulma yolunda
büyük adımlar atmış, hatta bütün Anadolu’yu etkiler hale gelmişti. Üstüne
üstlük bu etkileri Anadolu’yu da aşmış, Filistin ve Suriye’ye kadar yayılmıştı.
Hitit kabartmalarında sıklıkla görülen boynuzlu şapkalar, Babil sanatından getirilmiş olsa da, Hitit Sanatında bu şapkalara yeni anlamlar yüklenmiştir. Bu boynuzların her biri, bir rütbe olarak karşımıza çıkmaktadır. Şapkasında çok sayıda boynuz bulunan tanrı daha büyük, az sayıda bulunan tanrı ise daha küçük, daha lokal bir tanrı olarak nitelendirilmektedir. Örneğin Hititlerin baş tanrısı olan Gök Tanrı’nın 11 adet boynuzu varken, İştar’da yalnıza bir adet boynuz bulunmaktadır. Ayrıca Hitit kralları da ölümden sonra tanrılaştırılır ve onların da şapkalarına boynuzlar eklenirdi. Böylece bir kabartmada bulunan kralın başında boynuz varsa, o kabartmanın kral öldükten sonra yapıldığı anlaşılabilmektedir.
Hititler
denince akla gelen bir diğer eser olan Güneş Kursu ise, tıpkı plastikte olduğu
gibi doğu kökenli bir eserdir ve Mısır sanatı ile ilintilidir. Ancak Hititler
bu eseri olduğu gibi almamış, ona yeni bir anlam yüklemişlerdir. Güneş Kursu, Hititlilerde,
kral olmanın baş simgesi olarak düşünülmüştür ve “Ben Kral, majeste” anlamına
gelmekteydi.
Kral ve
tanrıların tasvirlerinde biyolojik açıdan birbirini ayıran hiçbir özellik
verilmemiştir. Bütün göz, kulak ve burun işlemeleri birbirinin aynıdır. Bununla
birlikte bazen sakallı bazen de sakalsız tasvir edilmişlerdir ancak hiçbir zaman
bıyıklı tasvir edilmemişlerdir. Bu nedenle tanrı ve kralları birbirinden
ayırmanın tek yolu, genellikle üzerlerinde yazılı olan hiyeroglifleri okumaktan
geçmektedir.
Çünkü Hititler, realist bir sanat düşüncesi yerine daha çok idealize edilmiş bir sanat düşüncesine sahiptiler. Bu nedenle insanları olduğu gibi değil, kafalarında canlandırdıkları gibi tasvir ediyorlardı. İnsanın önemli özelliklerini aktarmak için yüz profilden verilirken, gözler daha iyi gözükmesi açısından cepheden, göğüs cepheden, bacaklar ise yine profilden verilirdi. Bu tasvir biçemi, Mısır Heykel sanatındaki biçemle neredeyse birebir aynıdır. Ancak bu biçem sanatçıların beceriksizliğinden değil de, idealize bir sanat anlayışına sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Zira arkeolojik kazılarda ele geçen bazı eserlerde gördüğümüz gibi, sanatçılar bütün vücudu profilden olacak şekilde de tasvir edebiliyordu.