Türklerde cemiyetin temelini aile oluştururdu. Aileden sonra gelen en büyük sosyal birliklere Uruk yani Sülale denir, sırasıyla boy, boyların birleşerek birlik haline gelmesine ise Budun denirdi.
Türklerde var olan en büyük özellik teşkilatçı yapının kuvvetli olması ve yetenekleri iyi kullanabilmeleriydi. Bugün her ne kadar sosyal kavramlar geçmişten günümüze kadar gelmişse de tam bir araştırma yapılamadığından dolayı eksik bilgiler gün yüzüne çıkmıştır.
Hurriyet ve istiklal timsali olan Türkler, sürekli devletçilik geleneğini sergilemiştir. Hatta öyle bir duygu oluşmuştur ki devletsiz yaşamanın yüz kızartıcı olduğu tarih kayıtlarına ilk olarak Hunlular tarafından düşülmüş ve şu not bırakılmıştır; “Bizim için tâbiiyet yüz kızartıcıdır. Atalarımızdan toprakla birlikte devraldığımız istiklâlimizi, Çin ile uzlaşmak pahasına feda edemeyiz. Mücadele edecek savaşçılarımız halâ mevcutken, devletimizi korumalıyız.”
Eski Türklerde din konusu oldukça işlenmiş ve bilinmeyenlerle dolu bir yapıdaydı. Günümüze aktarılan bilgilerde bir çok yanlış değerlendirmenin bulunması Türk İnanç Kültürü’nde yanlış anlaşılmalara meydan veriyordu.
Örnek vermek gerekirse oğuz boylarında kuşlar uğurlu sayılmaktaydı. Fakat yanlış aktarılan bilgiler ile Oğuzların totemci bir dinde olduğu söylenmektedir.
Yine eski Türkler de Şaman inancının varlığına inanılıyor. Tarih kitaplarından günümüze kadar gelen bu eksik bilgiler insanların yanlış yönlendirilmesi ve bilgilendirilmesine sebep olmaktaydı.
Aslına bakılırsa şamanlık bir din olmayıp Türklerin arasına sonradan katılmış bir hurafedir.
Zira Göktürkler zamanın da Şamanlara ‘Kam’ adı verilmekteydi. Kamlar tabiat üstü güçlerle iletişime geçebilen insanlardı. Bunlar bir takım işlevler sonucunda trans haline girebilir, kendilerinden geçer ve gaipten haberler verebilir.
Nitekim benzer uygulamalar sadece Türklerde değil Araplarda da vardı. Bu kişiler gelecekten haber verirler, hastaları iyileştirirler ve ruhlar alemi ile temas kurarlardı.
Günümüzde Eski Türkler’de kesinlik kazanan tek olgu Tanrı (Tengri) inancının olmasıdır. Yani Türkler tarih boyunca bir yaratıcının olduğuna inanmış ve ona saygı duymuşlardı. Yine başlarına gelebilecek her türlü olayda yaratıcının etkisi olduğunu düşünüp kader inancına sahip çıkarlardı.
Bu yaratıcıya Göktanrı denildiği de olmuştur. Bir başka değişle Tanrı’nın görünmeyende yani Gökyüzünde olduğuna inanılmıştı.
Fakat Orhun Kitabeleri’nde “Üstte mavi gök, altta yağız yer yaratıldıkta, ikisi arasında insanoğlu yaratılmış” şeklinde ifadeler kullanarak kendilerini bir Tanrı’nın yarattığına inanmış ve saygı duymuşlardı.
Başka bir taraftan bakıldığında Türkler’in daha önce inandıkları olgu ile İslam arasında büyük benzerliklerin olduğu görülmüştür.
Cennet ve cehennem kavramları Türkler’de de var olmuş, Uçmak, Tamu, Yekünç. Uluğ Gün, Yek, yazuk gibi kelimeler ile bu kavramlar belirtilmiştir.
Öyle ki Türk bilginleri başka dinler için Türk örf ve adetlerine karşı olduğu şeklinde görüş bildirmiş ve töre ile uyuşmayacağını belirtmiştir.
İslam haricinde dini seçen Türklerde zaman içerisinde kültürel yozlaşmalar meydana gelmiş ve özünü kaybetmiştir.
Zaten bu kadar fazla benzerlik olduğu için Türkler böyle hızlı, kolay, sorunsuz bir biçimde müslümanlığa geçebilmişler. Çabucak benimsedikleri bu dini kısa zamanda da yaymaya başlamışlardır.