BAŞLARKEN
Dünya üzerinde sayısız devlet kuruldu. Bunların kimisi uzun, kimisi kısa yaşadı. Ancak bir aylık da olsa, bin yıllık da olsa hepsinin ilginç kuruluş hikayeleri vardır. Günümüz anlayışındaki “devlet” kavramının oluşmaya başladığı eski çağlardan itibaren bunu görürüz.
Bazıları
vardır ki, diğerlerinden daha çok ön plana çıkar. İnsanlar
nezdinde daha çok merak duygusu uyandırır. İsrail, bu
devletlerden biridir. Kuruluş sürecinin, "eşine az rastlanır" bir
hikayesi vardır. İşte, bu yüzden İsrail'in kuruluşunu mercek
altına alıyoruz.
DEVLET KURMAK MÜMKÜN GÖZÜKMÜYORDU
Yahudiler,
Roma İmparatorluğu'nun Kudüs'ü ele geçirmesi ve ardından da
başlattıkları üç isyanın bastırılması üzerine dağıldılar.
Dünya'nın çeşitli merkezlerinde yaşamlarını sürdürdüler. Bu
durum yüzyıllar boyunca sürdü. Bu süreç içerisinde devlet
kurma - dini inançlarında hakimse de - pek rağbet etmedikleri bir
düşünceydi. Bunun en önemli nedeni, devlet kurma düşüncesinin
gerçekleşebileceğine imkan vermemeleriydi. Ortodoks Yahudiler ise, –
yani “dindar” Yahudiler – devlet kurma düşüncesine - en
azından şimdilik - karşıydılar. Çünkü, Mesih “gelmemişti”
daha ve Mesih gelmeden devlet kurmayı dinen yanlış buluyorlardı.
Ortodoks Yahudiler, bugün sayıları çok az olmakla beraber hala
varlar ve hala İsrail'i gayrimeşru sayarlar.
DEVLET KURMA DÜŞÜNCESİ YAYGINLAŞIYOR
Yahudiler'in, imkansız gördükleri devlet kurma düşüncesine ilgileri, 19. yüzyılda artmaya başlıyor; Theodor Herzl'in çalışmalarıyla. Bu düşüncenin kamçılanmasında bir olay üzerinde durulur: Dreyfus olayı. Fransa ordusunda görev yapan ve Yahudi olan yüzbaşı Alfred Dreyfus, Almanya lehine casusluk yaptığı suçlamasıyla tutuklanır. Her şey bundan sonra başlar...
Bu olay, Yahudilerin devlet kurma ihtiyaçlarını
şiddetlendirdi. 1897 yılında İsviçre'nin Basel şehrinde bir
toplantı yapıldı. Dünya'nın farklı bölgelerinde yaşayan
Yahudiler, Basel'deki toplantıya katıldı. Toplantıda Dünya Siyonist Örgütü'nün kurulmasına karar verildi. Yalnız, toplantıda Rus Yahudilerin ağırlığı hissediliyordu. Aslında Rus Yahudileri, Rusya'da çok
önceden "Sion Aşıkları" adında bir teşkilat kurmuşlardı.
THEODOR HERZL İSMİ ÖNE ÇIKIYOR
Kurulan bu siyonist teşkilatın başına Theodor Herzl getirildi. Theodor Herzl, beklenen bir tercihti. Kendisi aslında bir gazeteciydi. Yahudilerin devlet kurma fikrine çok kafa yormuş ve siyonizm üzerine önemli çalışmalar yapmıştı.Yahudi Devleti adlı kitabıyla bu fikirlerini vücuda getirmişti. Theodor Herzl, siyonizmin özellikle de örgütsel yapısını inşa ediyordu. Siyonizmin fikirsel yapısı, ondan önce, Rus bir doktor olan Leon Pinsker tarafından oluşturulmuştu.
Basel'deki toplantıda acil “yurt” bulma gerektiği fikri kabul edildi. Bunun için dört bir koldan çalışılacaktı!
Yahudilere,
bulundukları ülkelerin çoğunda olumlu bakılmazdı. En çok da
Avrupa'da ve Rusya'da sıkıntı çekiyorlardı. Avrupalılar
biraz da “dini inançları” doğrultusunda Yahudilere pek sıcak
bakmıyordu. Rusya'da ise, Yahudiler sadece Pale şehrine
yerleşebiliyordu. Pale dışında herhangi bir şehre yerleşmeleri
imkansızdı. Bu yüzden de öncelikli olarak Avrupa ve Rusya'da
yaşayan Yahudiler için yurt bulunması kararlaştırıldı.
OSMANLI DEVLETİ'YLE GÖRÜŞMELER
Bu ve ardından yapılacak toplantılarda yerleşim yeri olarak bir süre Uganda'nın ismi geçti, ancak daha sonra reddedildi. Gönüllerden geçen farklıydı! Bir süre sonra o yer açığa çıkıyordu: Filistin!
Filistin fikri artık saklanmıyor, yavaş yavaş dillendiriliyordu. Ancak, Filistin'in yurt yapılabilmesi için önlerinde Osmanlı Devleti gibi büyük bir engelleri vardı. En başta Osmanlı Devleti'nin ikna edilmesi lazımdı. Bunu gören Theodor Herzl, dört bir koldan girişimlere başladı. O sırada Almanya'nın başında bulunan İmparator Kayzer Wilhelm'ın kapısını aşındırdı. Kayzer Wilhelm'dan, Abdülhamit'le Filistin konusunda görüşmesini istedi. Ancak İmparator, Osmanlı Devleti'yle ilişkisini bozmamak için bu isteğini kabul etmedi.
Bu girişim işe yaramayınca bu sefer bizzat kendisi Abdülhamit'le görüşür. Ancak Abdülhamit kesin bir biçimde teklifini reddeder. Theodor Herzl, bunun dışında birkaç girişimde daha bulundu.
Bir seferinde aracı birini gönderir, Abdülhamit de sert bir tepki gösterir ve birçoğumuzun bildiği o sözleri söyler: “ Ben bir karış dahi olsa toprak satmam. Zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim, bu imparatorluğu kanlarını dökerek kazanmışlar ve yine kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne'de şehit düşmüşlerdir...”