Abdülhamid,
tahta geçtiği ilk günden itibaren “dağılma sürecinde”
olan devleti toparlamak için çalıştı. Devleti, zayıflatan ve
parçalayan etkenler üzerinde durdu. Hem bu etkenleri pasifize etmek, hem de gelen baskıları sona erdirmek için 23 Aralık 1876
tarihinde Birinci Meşrutiyet'i ilan etti. Bu dönemde, Kanun-i Esasi
adı altında bir anayasa yürürlüğe sokuldu. Halkın da yönetime
katılmasını sağlamak için Meclis-i Mebusan açıldı. Fakat bu
gelişmeler varlığını uzun süre koruyamadı. Abdülhamid, 14
Şubat 1878 tarihinde Kanun-i Esasi'den aldığı yetki doğrultusunda
meclisi kapattı. Bu tarihten sonra ise ülkede “istibdat”
yönetimi hakim oldu.
Abdülhamid
döneminde, ülkede milliyetçi akımlar etkisini sürdürüyordu.
Devletin ekonomik olarak da gücü hiç parlak değildi. Ekonomi
büyük ölçüde dışa bağımlı hale gelmişti. Düyun-u
Umumiye'nin kurulması ise hepten devletin elini kolunu bağlamıştı.
Abdülhamid bu sıkıntıların içeride “istibdat”, dışarıdaysa
“denge politikası” ile aşılacağını düşünüyordu. Denge
politikası, oldukça başarılıydı. Bu politika doğrultusunda
Kayzer Wilhelm liderliğindeki Almanya ile iyi ilişkiler kurdu.
Abdülhamid, uzun bir süre sürdüreceği bu denge politikasıyla
devletin çöküş sürecini olabildiğince uzatmıştı.
İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ
Abdülhamid'in
istibdat yönetimi sırasında ülke içerisinde birtakım gelişmeler
yaşanıyordu. İstibdat yönetimine karşı, Batı düşüncesinden
etkilenen genç Osmanlı aydınları harekete geçtiler. Askeri
Tıbbiye öğrencisi olan bu gençler, 2 Haziran 1889'da İttihad-i
Osmani Cemiyeti'ni kurdular. Bu gençler arasında; Abdullah Cevdet,
İbrahim Temo, İshak Sukuti gibi isimler vardı. Cemiyetin adı, bir
süre sonra değişti ve “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti” oldu. Bu
cemiyet, daha çok Fransız Devrimi'nden etkilenmişti. Bu nedenle
de, “Hürriyet”, “Eşitlik”, “Adalet” gibi sloganları
ağızlarından düşürmediler. Zaten Fransız Devrimi, tüm dünyayı
etkilemişti, Osmanlı Devleti'ni es geçmesi mümkün müydü?
İttihatçılar, çözülen Osmanlı'yı bir arada tutmak istiyordu.
Bunun, Meşrutiyet'in yeniden ilan edilmesiyle sağlanacağını
düşünüyorlardı. Yani, Kanun-i Esasi yeniden yürürlüğe
girmeli ve Meclis-i Mebusan açılmalıydı. Bunların gerçekleşmesi
halinde her şeyin hallolacağını söylüyorlardı.
REVAL GÖRÜŞMELERİ VE RESNELİ NİYAZİ BEY
İttihatçıları
harekete geçen en önemli olay ise, Reval Görüşmeleri'ydi.
Görüşmeler, İngiltere ile Rusya arasında yapıldı. İki ülkenin mutabakata vardığı kararlardan biri, Osmanlı Devleti'nin Makedonya'da ıslahat yapmasıydı. İttihatçılar, bu karara çok
öfkelendi. Çünkü, ıslahat “bahanesiyle” Makedonya'nın
kaybedileceğini düşünüyorlardı. Geçmişte yaşanan acı
tecrübeler bu düşünceleri daha da kamçılıyordu. 3 Temmuz
1908'de Resneli Niyazi Bey, yanına aldığı 160 askerle birlikte
dağa çıktı ve büyük bir direniş başlattı. Enver Paşa ve
Eyüp Sabri de destek verdi. Bu direnişi bastırmak için
İstanbul'dan Şemsi Paşa görevlendirdi. Şemsi Paşa, 7 Temmuz'da
Atıf Bey tarafından vuruldu. Resneli Niyazi ve askerlerinin
başlattığı bu direniş İkinci Meşrutiyet'e giden yolda önemli
bir adım olacaktı.
"BURADA BENDEN BAŞKA HERKES İTTİHATÇI"
Balkanlar
kaynıyordu. Yıldız Sarayı'na Balkanlar'dan Meşrutiyet
isteklerini dile getiren çok sayıda telgraf gönderiliyordu.
Abdülhamid, yaşanan hareketlenmeler üzerine Makedonya Valisi Hüseyin Hilmi Paşa'dan bilgi ister.
Hilmi Paşa'da cevap olarak, “burada benden başka herkes
İttihatçı” cevabını verir.
Tüm bu gelişmeler, 23 Temmuz 1908 tarihinde İkinci Meşrutiyet'in ilan edilmesine neden oldu. “1908 devimi” olarak da lanse edilir. Abdülhamid'in “istibdat” yönetimini sonlandırdığı için “hürriyetin ilanı” olarak görülür. Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte, sürgüne gönderilenler ve kaçaklar yurda geri döndü. Düşünce özgürlüğünün gelişmesinde ilerlemeler kaydedildi. Çok sayıda gazete ve siyasi parti kuruldu. Parlamento biraz geç de olsa 17 Aralık 1908'de açıldı.