Adaletin yerini bulması, hakkın hak sahibine iadesi insanın en temel ihtiyaçlarından biri olmasına rağmen, bugün bile en gelişmiş hukuk kanunlarına rağmen insanoğlunun adaleti şaşırtma mekanizması veya türlü engellerden ötürü bu her zaman mümkün olmayabiliyor.
Hele yıllar süren davalar ve türlü iftiraları göze alamayanlar için ise hakkını ahirete bırakmaktan başka çare bulunamıyor. Bu da gösteriyor ki aslolan insanın vicdanında ki bekçinin yaptırımıdır. Allah ve ahiret inancından gelen suça ve haksızlığa en başından yanaşmama bilincidir. İslam tarihi işte bu sebepten ötürü her okuyuşta ibretle okuduğumuz hakkaniyet örnekleriyle doludur. İşte bunlardan biri ;
Hz.Ali, Sıffin Muharebesinde zırhını kaybetmişti. Savaş dönüşü bunu bir yahudide gördü ve zırhın kendisine ait olduğunu söyleyerek geri istedi. Yahudi zırhın kendisine ait olduğu iddiasında ısrar edince iş mahkemeye intikal etti. Hakim Kadı Şureyh, davalı Yahudi, davacı ise devlet başkanı ,halife, emirü’l –mü’minin sıfatlarını üstünde bulunduran Hz.Ali’ydi. Kadı halifeden zırhın kendisine ait olduğuna dair delil göstermesini isteyince, Hz Ali delil ve şahidinin oğlu Hasan ile azaldı kölesi Kanber olduğunu söyledi. Fakat oğlun baba hakkında şehadeti mahkeme önünde geçerli kabul edilmediği için kadı yeni deliller ve şahitler gösterilmezse zırhın kendisine iade edilemeyeceğini bildirdi.
Halbuki hakim vicdani karar olarak; koskoca bir halifenin hem de bir zırh için haksız davada bulunmaya tenezzül bile etmeyeceğini, hele oğlunun, peygamber torununun hem de o peygamberce cennetle müjdelenmiş bir kimsenin sırf babası olduğu için taraf tutmayacağını biliyordu bilmesine ama o kanun terazisini tartarken halifeyi bundan istisna tutmayacak kadar adaletten şaşmıyordu. Güçlünün affedildiği, zayıfın ise en ağırına maruz kaldığı adalet, adalet miydi? (Seyredenler için; Fatmagülün Suçu Ne’ye bu gözle bir baksın )
Kadı hükmü vermişti .Hz .Ali aksini ispat edemediği sürece zırh Yahudi’nindi. Fakat bu adalet karşısında hayretten hayrete düşen asıl kişi Yahudi idi ve şu sözlerin ardından kelime-i şehadet getirerek Müslüman olacaktı: “Müminlerin emiri beni kadısının huzuruna götürdü. Kendi kadısı kendi aleyhine hükmetti. Ey Emirü’l –mü’minin zırh senin zırhındır. Ben şehadet ederim ki Allahtan başka ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammed onun kulu ve resulüdür.
Not: Alıntı, Doç. Dr. Yaşar Kandemir’in “İslam Ahlakı “adlı kitabından yapılmıştır.