Bu internetteki sosyal medya
kavramını geçen gün düşünüyordum. Yahu düşünecek başka bir şey kalmadı mı da
bunu düşünüyorsun diyenler olabilir. Yok, hayır, zaten beni bu düşünceye iten
yapacak çok şeyi olan ama bir türlü bilgisayarın, sosyal medya diye
isimlendirilen internet sitelerinin başından kalkamayanların oluşturdukları tabloydu.
İçinizden birisi çıkar da senin sosyal
medyada hesapların yok, o yüzden sende başına oturmuyorsun derse, cevabım
kamyoncuların bir kamyonlarının arkalarına yazdıkları kültürel mesajlar gibi
olur. Elbet bizimde bir zamanlar hesaplarımız vardı, hala da var. Fazlaca yüzüm
kızarmıyor ama söylerken biraz tuhaf oluyorum hem de, bir zamanlar 20 den fazla
hesabım vardı.
Yok, ona buna ayrı hesap adresi
verip, muhataplarıma hesap vermemek için değil, sadece sahte hesap açıp
oynadığım oyunlarda kendime bir sürü hediye göndermekti amacım. Türk zekâsı
demeyin, bunu yapan birçok yabancı arkadaşımız da oldu. Ne kadar masum değil
mi, kim yapmadı ki? Aldattığımız sevgilimiz veya eşimiz değil sadece Facebook
ve Zynga idi.
950 tane yabacı arkadaşım vardı. Türkler hariç. İçlerinde hiç Fransız olmadığı için, hiç birisi ne bana, ne de ben onlara olaya Fransız kalmak ile ilgili soğuk ve bayatlamış espriyi yapmadık.
Bu kadar oyuna düşkün olmaya rağmen, oyunu değil hatta bilgisayarı bile kapatmakta zorlanmadım. Kısaca siz beni ne kadar köşeye
sıkıştırsanız da ben klavyenin başında hacı bekler gibi bekleyip aman ne
yazacaklar bende hemen bir dürteyim, beğeneyim veya retwetleyeyim, tarlamın sulanması lazım, ekmedim, biçemedim derdinde
olmadım. Zaten biçmek için önce ekmek lazım. Nadasa bırakmak tarlalar için faydalı olsa da bu kural Facebook oyunlarında geçerli değilmiş.
Sosyal medya ile sosyal da olamadım asosyal da olamadım. Ama bol bol oyun oynadım. Bir sürü yeni insan tanıdım. Hemen hepsini
de zaten oyunlardan tanıdım. Ortak çıkar olunca kullandığın dilin önemi yoktur derler, çok doğruymuş. Bizde nasıl olsa gerçekten bir çıkar güdülmesi söz konusu
muydu bilmiyorum ama tanışma, kaynaşma, hal hatır sorma, iyi akşamlar dileme, doğum günü kutlama olayını üç kelimede anlatıyorduk. "Add
me pls". Daha sosyal ve içten olanlar ise arkaya birde "daily player" diye yazıp
daha geniş kapsamlı bakıyorlardı olaya.
Biz sektörün içerisinde yer alan kişiler olarak, sıkı oyuncu, yani İngilizcesi ile Hardcore Player, tabirini
kullandığımız zaman, joistikten tutun envai çeşit oyun alet edevatına varıncaya
kadar her şeye sahip, kullandığı mause padlerin bile kaç mm kalınlıkta olması
gerektiği ile ilgili günlerce araştırma yapan tipler geliyor aklımıza.
Hafif karanlık odada dev bir
ekran karşısında, patates cipsinden oluşan diyeti ile ve tercihe göre masanın
üzerinde duran içeceği ile, günün çok uzun kısmını bilgisayar başında geçiren
tipleri aklımıza getirdiğimizde fazlaca garipsemiyoruz. Zaten tabiri kullandığınızda akla gelmesi gereken tipler onlar. Birde bu adamlar
genelde Fps veya Rpg tarzında oyunlar oynarlar. Diğer oyunların müdavimlerini pek bu
hallerde görmek mümkün değildir.
Ancak bir taraftan da bu Hardcore
Player tabirimizi alıp, klimaların çalıştığı, mini etekli bayanların bol
olduğu, masasında üç beş saksısı bile olan, biraz sonra toplantıya girecek
olmasına rağmen Facebook hesabındaki oyunlarda, tarlasını sulamaya çalışan
tiplere kondurmaya kalkıyoruz ki oturmuyor.
Hayır, şimdi biz oyuna olan
bağlılıktan dolayı bu tabiri kullanırken, aklıma en cesur asker fıkrası
gelmişti. Sonuçta en cesur askerin, akıl almaz kahramanlıklar yapanın değil,
komutanının emirlerine karşı gelen olduğu anlatılıyordu.
Her türlü ekipmanı ile işi oyun oynamak olan birisiyle, çok önemli bir toplantıya girmeden önce tarla sulamayı dert eden bir yöneticiyi kıyasladığımızda sanırım yönetici için hardcore tabiri bile hafif kalacaktır.