İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
kültürlerin birbirleriyle etkileşimi artmıştır. Bu savaş sonrasında yeni
ulusların var olması ve toplumların sanayileşme çabası kültürel etkileşim
üzerinde etkili olmuştur. Ayrıca yaşanan bu tarihsel süreçte Doğu toplumları hızla
değişmeye başlamış, Batı toplumlarında ise enerji arayışı, kirlilik, işsizlik
gibi birçok problem ortaya çıkmıştır. Karşılaşılan tüm bu sorunlar toplumların
sahip olduğu değer ve kurumların yeniden ele alınmasına neden olmuştur.
Böylelikle antropoloji akımlarında da yeni bir anlayış oluşmaya başlamış ve
özellikle değişim üzerinde durulmuştur. Değişim üzerinde durulduğu için de
sanayileşmenin ve teknolojinin etkilediği toplumlar ele alınmıştır. Leslie White, yeni evrimcilik adı verilen bu kuramın öncüsü olmuştur. White,
kültürel ilerlemenin nedenlerini ortaya çıkarmaya çalışmıştır ve hareket
noktası teknolojik ilerleme olmuştur. Ona göre ilkel ve uygar toplumlar
arasındaki farkı oluşturan şey enerji kaynağı ve miktarıdır. İnsanlar tarihsel
süreç içerisinde kas, hayvan, su, rüzgar gücü vb.den yararlanmıştır. Teknolojik
ilerlemeler kullanılan bu enerjinin kaynağına ve miktarına yön vermiştir.
Günümüzde kullanılan enerji miktarı artmış, toplumsal ve kültürel yapı da bu
doğrultuda daha ileri ama daha karmaşık bir düzeye gelmiştir.
Julian Steward ise kültürel ekoloji yaklaşımıyla
çevresel ve toplumsal etkilerin çeşitli değişimler yaratacağını vurgulayarak bu
değişimin kültürel evrimdeki öneminden bahsetmiştir. Kültür ve çevre arasındaki
ilişki bağlamında kültürlerin var oluşu ve gelişiminde kültürel uyarlanmanın
ana etken olduÄŸunu savunmuÅŸtur.
Malinowski’yi çatışmayı
göz önünde bulundurmaması nedeniyle eleştiren Max Gluckman de yeni
işlevcilik kuramını ortaya atmıştır. Toplumun devamını sağlayan kurumlar ve
dayanışma kadar çatışmaların yaşanması da olağandır. Ancak her şeye rağmen
hatta kimi zaman bu çatışma sayesinde sosyal dayanışma devam etmektedir. Marksçı antropoloji de çatışmadan yola
çıkmıştır. Değişim çatışmadan doğmaktadır. İktidarın belirgin bir yerde olması
ve kaynak dağılımındaki eşitsizlik bir çatışma yaratmakla birlikte kültürel
değişimi sağlamaktadır. Bu yaklaşımın özellikle ele aldığı şey kültürlerin
üretim ve dağıtım araçları ile bunların değişimidir.
Kültürlere ait nitelik ve
ürünleri ele alan kültürel maddecilik
yaklaşımı ise arkeolojiyle yakın bir anlayışa sahiptir. Arkeolojide geçmişi yorumlamak
için maddi ürünlerden yola çıkılması gibi maddeci yaklaşımda kültürel norm ve
değerlerimiz de çevre ve maddi koşullarla şekillenmektedir.