Tarih denen zaman derelerinin içinden çıkıp gelmiş bazı sözler var ki, yeri gelince bir atasözü bir darb-ı mesel gibi söylenegelir. Bu sözleri söylediği kendisine atfedilen şahıs gerçekten bunu söylemiş midir?söylememiş midir? Tam olarak bilmek mümkün olmasa da her hatırlanışında içerdiği mana yükünü idrak etmenin tekrarıyla; bugün tarihle bütünleşir, insan insanla buluşur, bazen bu bir ideal birliğinin tazelenişidir. Bazen de insanın acımasızlığının sınırsızlığını gözler önüne serer. İşte bunlardan biri:
SEN DE Mİ BRÜTÜS
Meşhur Roma İmparatoru Gaius Julius Caesar (M.Ö1OO-M.Ö-44) ülkesinin sınırlarını ve kendi ihtişamını arttırırken bir yandan da
sıkı bir diktatörlük kurmuştu. Bir zaman sonra senatörler tarafından hızlanan
muhalefet nihayetinde ona karşı müttefik bir suikastla sonuçlandı. Onu Pompey
tiyatrosunda kıstırıp hançerleyen
suikastçılar arasında yakın arkadaşı bir
başka kaynağa göre de evlatlığı olan
Marcus Junius Brutus ‘da vardı .
Tam 23 hançer yarasının birinin sırtında olması ve bu zamana kadar en yakını bildiği birinin canına kastedenler arasında olduğunu anlamaktan gelen bir sükut-ı hayal sözü olan “et tu brute”, yani “sen de mi brütüs” sözü bu gün hala ummadığımız birinden yediğimiz bir darbede aynı Sezar gibi ağızlarımızdan dökülüvermiyor mu? Tarihçiler bu sözü kralın kendisinin değil, Shakespeare’in Julius Caesar eserinin unutulmaz bir repliği olduğunu söyleseler de hiç önemi yok. Hatıralarda yer eden ve tarihe mal olan yönü ihanetin acısını vurgulamaktaki etkisidir.
YA İSTANBUL BENİ ALIR
YA BEN İSTANBULU
Stratejik konumu tarihin her döneminde etkili ve ona sahip olanı güçlü kılan
İstanbul , çeşitli kavimlerce defalarca kuşatılmıştır. Müslüman kumandanların
İstanbul önlerine gelişini hiç şüphesiz “Konstantiniyye muhakkak
fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne
güzel komutan ,askerleri de ne güzel askerdir”
cümleleriyle öven Peygamber (s.a.v.) müjdesidir. Fakat İstanbul’u almak
hem siyasi açıdan hem de surlarda gedikler açacak teknolojiye sahip
olunamadığından hiç te kolay değildir. Birbirini yiyen hristiyan devletler söz konusu İstanbul olunca Bizans’a yardım
edip haçlı kuvvetleri oluşturmakta ya da entrika yoluyla rakibinin gücünü
azaltmayı çok iyi bilmiştir. Dolayısıyla fetih genç hükümdar 2. Mehmed için de
zordur zor olmasına ama o işte bu sözlerle zorluk karşısında yılmamanın,
davasında sebat etmenin sonuca ulaşmak için bütün gücünü seferber etmenin
başarı yolunu nasıl açtığını tarihe yazmıştır.
Fetih hazırlıklarının en
büyükleri olarak bilinen Rumeli Hisarı’nın yaptırılması, surları dövecek
büyüklükte daha önceden yapılamamış muhteşem topların döktürülmesi, gemilerin karadan Haliçe indirilmesi gibi
hayret verici çalışmalar aslında bu
sözdeki azim ve iradenin ceht ve gayrete dönüşmesiydi.İşte bu cümleyle ifade
edilen kararlılık şuuru 6 Nisan
EKMEK
BULAMIYORLARSA PASTA YESİNLER
Her söylendiğinde yarı alay yarı küçümseme ve söyleyenin
umursamazlığını ortaya koyan ve aslında
bizdeki karşılığıyla tok açın halinden anlamazın yabancı versiyonu olan bu söz
Fransa Kraliçesi Maria Antoinette‘ye ithaf edilmiştir. Hem o kadar ki; krallık yönetimine ve kraliçeye yöneltilen
düşmanlığın fitilini ateşleyen ve 1789 Fransız
İhtilalinin başlangıcını oluşturan bir kıvılcım olarak rakipleri tarafından
halkın kulağına yayılarak, ihtilal
ateşini körüklemekte çok etkili olmuştur.
Maria Antoinette 1755’te Kutsal Roma İmparatoru 1. Franz ve Avusturya Macaristan İmparatoriçesi Maria Theresa’nın kızı olarak dünyaya geldi. 14 yaşında Fransa Veliahtı 16. Lui ile evlendi. 1774 Mayısında ise kocası kralın tahta geçişi ile kendisi de kraliçe oldu.
İktidarları döneminde Fransa mali krizlerle bunalmıştı ve özellikle un kıtlığı ekmek fiyatlarının aşırı artmasına neden olmuştu. Bu cümlenin bir umursamazlık ve halkın derdine duyarsızlık sembolü olmadığını savunan iki görüş vardır. Bunlardan birincisi kraliçe pahalı olan ekmek yerine daha az un kullanılan “brioche” nin maliyetinin düşüklüğü nedeniyle piyasada satılmasının artırılması yolunda ekonomik tedbir almıştı. Fakat aleyhtarları ve zaten kraliyet ailesinin sevilmemesi kelimenin biri değiştirilerek ve tabii ki bildiğimiz manasına dönüşmesi arzu edilerek lanse edildi. Bir diğeri ise bu cümlenin ihtilalin fikir babalarından biri olan Jean Jacques Rousseau’ nun 1767 de kaleme aldığı “İtiraflar” adlı eserinde bir prensesin ağzından söyletilmiş olmasıdır ki bu prensesin 1774’de kraliçe olan Maria Antoinette ile alakası yoktur.
Kraliçe olarak siyasi kimliği etkili olmasa da "şefkatli bir anne, lanse edilenin aksine lüks ve israftan kaçınan kocasının gözünde bile fazla değeri olmayan, sözü geçmeyen sığ ve zayıf karakterli bir kadındı." diyor tarihçiler. Fakat herhalde en önemli meziyeti giyotine gideceği yola kadar ülkesinin menfaatlerine ve kraliyet ailesinin şerefine leke sürecek hareketlerden kaçınması ve akıbetini cesaretle beklemesidir. Fakat ne çare ki bu cümleler ancak ölümünden seneler sonra dile getirilecektir. Aslında o örnekleri çok görüldüğü gibi ihtilal galiplerinin iftira ve çeşitli hakaretlerine maruz kalmış bir mazlumdur. İhtilalin haklı sebeplerini göstermek için hataları olduğundan fazla gösterilmiştir. İşte bu söz kraliçenin 1793’te basit bir at arabası içinde sokaklarda bir saatten fazla suçlu -mücrim olarak gezdirilerek saçları kesilmiş elleri arkadan bağlanmış ve hatta cellada hakaret ettiği gerekçesiyle çırılçıplak bırakılmış bir vaziyette vatan haini yaftasıyla giyotinle idam edilmesini netice verecek bir akıbeti doğurmuştur.Tarihi mağdurlar değil çoğunlukla galipler yazdığına göre sefalete duyarsız yöneticiler şablonunun en önemli temsilcisi olarak tarih sayfalarına böyle geçmiştir.