Bir toplum aynı amaca bütün kadınları ve erkekleri ile beraber yürümez ise ilerlemesine teknik olarak imkan ve bilimsel olarak ihtimal yoktur. (Atatürk)
Dünya ekonomisine sahip olanlar tarafından, ekonomik liderlere para kazandırmak amacı ile çeşitli günler icat edilmiştir. Bunlardan biri de “8 Mart Dünya Kadınlar Günü”dür. Her yıl 8 Mart günü dünya genelinde çeşitli etkinliklerle kutlanılmaktadır. Kadınların ağırlıkta olduğu çeşitli sivil toplum kuruluşları tarafından yürüyüşler, protestolar, mitingler düzenlenmektedir. Bu protestolarda genelde kadına yönelik şiddetin ve cinsel istismarın sona ermesi, kadının sosyal hayatta erkeklerle eşit haklara sahip olması gibi birtakım haklı sebepler dile getirilir.
Kadının toplumdaki yeri yıllarca tartışıla gelmiştir. Her millet kadınına ayrı değerler yüklemiştir. Nitekim eski Çin ve Hint toplumlarında kadının hiçbir sosyal ve ekonomik hakkı olmayıp yönetim ve miras babadan oğula geçerdi. Daha XIX. yüzyıla kadar Hint toplumunda kadın, ölen eşinin ardından yakılmaktaydı. Eski Yunan ve Romalılar kadın ticareti yaparlardı. Bu topluluklarda da kadının hiçbir sosyal ve ekonomik hakları yoktu. Arap yarımadasında ise kız çocukları toplumun yüz karasıydı. Kız çocukları diri diri toprağa gömülürdü. Ortaçağ Avrupası kadına bekaret kemeri takardı. Savaşa katılan şövalyeler, geride bıraktıkları karılarının kendilerini aldatmasınlar diye onlara bekaret kemeri takarlardı. (Floransalı erkeklerin istenmeyen ilgisinden korunmak için kullanılmış olması da Ortaçağ Avrupasının sapık bir zihniyete sahip olduğunun göstergesidir).
Eski Türk toplumlarından başlayarak günümüze gelecek olursak, onlar çağdaşları olan diğer milletlerin kadınlarından çok daha farklı bir statüye sahiplerdi. Türk toplumlarında aile önemli bir yer teşkil eder. Aile bağlarının güçlü olması, aileye verilen değerin fazla olması kadına verilen değerle mümkün olmuştur. Eski Türk toplumlarında hakanın yardımcısı eşi olmuştur. Kurultaylarda han ve hatun yan yana yer almışlardır. Hakan sefere çıktığında ülkeyi eşi yönetmiştir. Medeniyetlerin beşiği olarak bildiğimiz Avrupa sefere çıktığında güvenmediği karısına bekaret kemeri takarken, Türk hakanları ülke yönetimini eşlerine emanet ederlerdi.
Toplumun değer yargılarına o toplumun tarihi vesikalarında, destanlarında, efsanelerinde, hikâyelerinde, şiirlerinde, türkülerinde vb. yazılı veya sözlü kaynaklarında rastlamak mümkündür. Çünkü toplumun dünyaya bakış açısı, yaşama biçimi, inanç sistemi, kültür düzeyi, sosyal, siyasi ve ekonomik yapısı gibi etmenler oluşturulan yazılı metinlerin zihniyetini meydanı getirir.
VIII. yüzyılda yazıldığı bilinen Türk tarihinin ilk yazılı şaheserleri olan “Köktürk/Orhun Abideleri”nde de erkek ile kadın bir arada geçmektedir. Kül Tigin Abidesi’nin güney yüzünde şu ibare geçmektedir: “Yukarıda Türk Tanrısı, Türk mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiş. Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye babam İlteriş Kağanı, annem İlbilge Hatunu göğün tepesinden yukarı kaldırmış olacak”. (Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2002, s.13).
Türk yaratılış destanında Tanrı Ülgen’e dünyayı nasıl yaratması konusunda fikir veren ve tavsiyede bulunan “Ak Ana” adında bir kadındır. Eski Türk inanışlarından biri de hakan ile hatun gök ile yerin evlatlarıdırlar. Yine Oğuz Kağan’ın ilk eşi göğün kızı, ikinci eşi ise yerin kızıdır. Başka bir inanışa göre ise Altay Şamanları gök ile yerin kızından türemiştir. (Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi I, MEB, s.53)
Türk kültürünün hazinesi olan Dede Korkut Kitabı’nda Türk erkeğiyle Türk kadını eşittir. Cesaret ve güç konularında da kahraman erkeğin kendisi gibi kahraman bir kadın istediğini görmekteyiz. Erkek gibi ata binebilen, ok atabilen, kılıç kullanabilen yiğit kadınları Dede Korkut’ta görebilmekteyiz. Bamsı Beyrek hikayesindeki Banı Çiçek iffetli ve kahraman bir kadın olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine Dede Korkut’ta Salur Kazanın Evinin Yağmalandığı Boy’da Burla Hatun ile oğlu Uruz arasında geçen konuşmada Uruz’un annesine vermiş olduğu cevap Türk kadınına verilen değeri, Türk kadının iffetini, Türk kadının bir namus abidesi olduğunu en güzel şekilde özetlemektedir. Konuşma şöyledir: Burla Hatun der: “Kâfirler ters konuşmuşlar: Kazan oğlu Uruz’u hapisten çıkarın, boğazından urgan ile asın, iki küreğinden çengele takın, kıyma kıyma ak etinden çekin, kara kavurma edip kırk bey kızına iletin, kim ki yedi o değil, kim ki yemedi o Kazan’ın hatunudur, çekin döşeğimize getirelim, kadeh sunduralım demişler. Senin etinden oğul yiyeyim mi, yoksa pis dinli kâfirin döşeğine gireyim mi, baban Kazan’ın namusunu lekeleteyim mi, nice deyim oğul hey” dedi. Uruz der:“Ağzın kurusun ana, dilin çürüsün ana, ana hakkı Tanrı hakkı almamış olsaydı kalkarak yerimden doğrulaydım, yakan ile boğazından tutaydım, kaba ökçem altına ataydım, ak yüzünü kara yere tepeydim, ağzın ile burnundan kan fışkırtaydım, can tatlılığını sana göstereydim, bu nasıl sözdür, sakın kadın ana benim üzerime gelmeyesin, benim için ağlamayasın, bırak beni kadın ana çengele vursunlar, bırak etimden çeksinler kara kavurma etsinler kırk bey kızının önüne iletsinler, onlar bir yediğinde sen iki ye, seni kâfirler bilmesinler duymasınlar, ta ki pis dinli kâfirin döşeğine varmayasın, kadehini sunmayasın, babam Kazan’ın namusunu lekelemeyesin, sakın” dedi. (Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, TDK, Ankara, 2004, s.107).
İslamiyet öncesinde de İslamiyet sonrasında da Türk toplumunda kadın her daim erkeğinin yanında ve erkeğinin tamamlayıcısı konumunda olmuştur. Türk kadını Türk erkeğinin yuva kurucusu, evlatlarının şerefli anası, ailenin namusu olarak tarihteki onurlu yerini almıştır. Türk milletinin tarihi serüveni içerisinde yeri gelmiş erkeği ile beraber düşmana karşı omuz omuza savaşmış, yeri gelmiş erkeğinin yerine toprağını tarlasında çalışıp evlatlarını beslemiş, yeri gelmiş sırtında çocuğu ile cephelere malzeme taşımıştır… Nene Hatun, Halide Edip, Kara Fatma, Yirik Fatma, Gördesli Makbule, Tayyar Rahmiye, Hatice Hatun ve yakın tarihimizin diğer isimsiz kahraman Türk kadınları ecdatları gibi tarihteki şerefli yerlerini almışlardır.
Ulu Önder Kemal Atatürk’ün “Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.” sözü onun Türk kadınına verdiği değerin bir göstergesidir. Bu nedenledir ki Avrupa kadınlarına insan muamelesi yapmazken Türk kadını seçme ve seçilme hakkına sahipti.
Orta Asya bozkırlarından Anadolu’ya kadar bütün çileli Türk kadınları Türk erkeğinin baş tacıdır. Cennet onların ayakları altındadır. Onlar ki evlatlarını kına yakarak vatana kurban eden Türk analarıdır. Onların değeri ne hiçbir milletin kadınlarıyla kıyaslanamaz. Türk milletinin şerefli birer ferdi olan kadınlarımız geçmişte olduğu gibi çağımızda da en derin sevgi ve saygıyı fazlasıyla hak etmektedir. Türk kadını dünya kadınları içerisinde “8 Mart” gününe sığdırılamayacak kadar büyük ve üstündür.
Hidayet AYDIN