Ne Sibel Can’ın şarkısını söylemek ne de akla ziyan aile kavramını baştan başa tahrip eden diziyi anlatmaktır niyetimiz. Tarihimizin bir dönemine neden bu isim verilmiştir? Devrin hususiyetleri nelerdir? Bir çiçeğin siyasetle nasıl bir ilişkisi olabilir? İşte bunların cevabı için tarihin bu safhasına bir perde aralayalım istedik:
Devletin başında Sultan 3. Ahmed, hükümette ise Veziriazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın siyasetinin etkili olduğu dönemdir Lale Devri. Padişahın ince zevk sahibi olması ve sanatçı ruhu ile başbakanın aynı özelliklere sahip oluşundan kaynaklanan uyum, İstanbul’u lalelerle bezeli köşk ve mesirelerle donatmış ve birçok mimari eserle de şehrin zaten güzel olan yüzü adeta gelinlik kıza çevrilmiştir. 200 ‘den fazla lale çeşidinin üretildiği bu dönemin alamet-i farikası ve devrin adıyla özdeşleşmiş simgesi “Sadabad Köşkleri’”dir. Yazın Kağıthane eğlenceleri , kışın helva sohbetleri ile zevk-ü sâfâya dayalı bir eğlence anlayışı hakimdir denilip , tenkit edilse de aslında Lale Devri ; Osmanlı idarecilerinin ilk defa batıdan geride kaldığını kabullendiği, psikolojik bir yenilgi halini tamir etme arayışlarından gelen savunma mekanizmasıyla, devlete yeni bir imaj verme çabalarının ürünüdür.
Dış siyasette Rusya ile Prut ( 1711) Avusturya ile Pasarofça (1718) antlaşmaları yapılmıştır ki; bunlardan birincisi Rusya karşısında daha güçlü olmak imkanı varken fırsatı değerlendiren diplomasi gücüne sahip olunamadığı için kârsız bir antlaşmadır. Maalesef ileride Rusya’nın daha güçlü ve baş ağırtan bir rakip olmasının yolunu açacaktır. Diğerinde ise Avusturya’ ya Belgrad, Banat yaylası ve Eflak’ın bir bölümü verilecektir. İşte tüm bu kayıplarla gelen moral bozukluğu ve doğuda İran cephesinin kapanmasıyla, idareciler; yenilginin halk üzerinde tahribatını azaltmak için dışta uzun süreli bir sulh ortamından da istifade ile; içte yenilikler ve estetik zevke hitap eden gelişmelere dayalı bir anlayışın mimarı olmuşlardır. O kadar ki devrin şairi Nedim’e; “Bu şehr-i İstanbul ki bi misl-ü bahadır. Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır” dedirtecektir.
Barış süresinin uzunluğu, savaş harcamalarına ayrılan bütçenin bayındırlık faaliyetlerine aktarılmasını sağlamıştır. Aslında Lale Devri, Osmanlı’da ilmi faaliyetlerin ve ilim meclislerinin yüksek seviyeye çıktığı bir dönemdir. Padişah tarafından bizzat Topkapı Sarayı içinde ve Yeni Camii’de bir kütüphane yaptırılmış, matbaa kurularak yabancı eserler hem Türkçe’ye çevrilmiş ve hem de birçok yazma eser matbu hale getirilmiştir. Sadece İstanbul’da bulunan 90. bin hattatın geçim vasıtasını ellerinden almamak için dini eserlerin matbaada basılması işi onlara yeni istihdam alanları oluşturularak kademeli olarak gerçekleşmiştir. Basılacak eserlerin ham maddesi olan kağıdın temini için Yalova’da bir kağıt fabrikasının açılması, bir kumaş fabrikasının kurulması, çini ve seramik işçiliğinin gelişmesi, itfaiye örgütünün temeli olan tulumbacı ocağının açılması, batıdaki gelişmeleri takip amacıyla Avrupa başkentlerine ilk defa elçi gönderilmesi gibi gelişmeler devrin idarecilerinin sadece vur patlasın çal oynasın amacında olmadığını göstermeye yeter de artar. Fakat öte yandan devletin hamuru olan gaza ve cihad idealinden sapma , lüks ve israfa ve gösterişe dayalı hayat tarzı alışılmadık bir zihniyet değişiminin temellerinin atıldığını gösterir ki işte buna duyulan tepki ve özellikle sığ düşünceden kaynaklanan yenilik karşıtı olma bu sükun devrinin Patrona Halil İsyanı ile bitmesini netice verecektir. Özellikle İrana sefer açılmasını gerektiren olaylara rağmen sefer kararının çıkmaması bardağı taşıran son damla olacaktır. Tarihimizin bu kanlı isyanı ile sadece siyasi kimliği ile değil ilim ve sanat erbabını korumakla da ünlenmiş hatta coğrafyamıza Nevşehir’e kazandırmış Damat İbrahim Paşa gibi çok yönlü bir devlet adamını kaybetmemişiz, devrin simgesi olan yalıların köşklerin bir numûnesini olsun görmekten aciz kalmışız. Belki hatalı ve eksik çok yönü olsa da Osmanlının kendini toparlamasının ilk şuurlu örneği , bir ihtilalin eliyle yer ile yeksan olmuştur. Zaten ihtilalin mayasında tahrip olduğu için, çıkış noktası hangi gerekçeye dayanırsa dayansın, sonuç itibariyle devleti olduğundan daha da geriye götürür. Patrona Halil İsyanının yaralarını sarmak , devleti, bundan sonra da sil baştan bir dizi ıslahatlar ve reformlarla uğraşmak zorunda bırakmıştır.
yazıda da açıklandığı gibi, Osmanlı almış eline küreği var gücüyle kazmış kendi mezarını…